WILHELM WORRINGER - SOYUTLAMA VE ÖZDEŞLEYİM ÜZERİNE
Wilhelm Worringer yazısında soyutlama ve özdeşleyim kavramlarının algılanma biçimine, sanat yapıtları üzerinden anlam kazanmasına ve sanat yapıtlarını oluştururken - yorumlarken ki etkisine ve insan doğasındaki soyutlama ve özdeşleyim (empati) ihtiyacına değiniyor.
Worringer yazısına doğal ve sanat estetik ayrımına değinerek başlıyor. Sanat yapıtının estetik değeri ve doğadaki nesnenin estetik değerinin karşılaştırılmasında ayrım yapılmamasını eleştiriyor ve iki kavramın eşdeğerli olduğunu düşünüyor. Teoride baktığımızda doğadaki herhangi bir doğal nesne ile sanat yapıtı aslında benzer özellikler barındırır. Dokunulacak, hissedilecek, estetik açıdan değerlendirilecek olgulardır ikisi de.
Peki bu durumda doğayı -doğalı- sanat eseri kılan şartlar neler? Worringer obje - süje kıyasından yolan çıkarak şartları oluşturanın aslında süje yani izleyici olduğunu düşünüyor. Onun açısından baktığımızda -ki mantıklı bir yön olduğuna inanıyorum- objeyi sanat eseri yapan durum estetik hazdır. Ve estetik hazzı oluşturan şey Worringer'in kelimeleriyle 'Obje'de duyduğum şey genel olarak hayattır. Estetik haz, bir objede kendimizden duyduğumuz hazdır.' Bunu genellersek eğer bir objede kendimizden bir şey görebiliyor ve o objenin dünyasında kendi ruhumuzu yaşatabiliyorsak, o obje bir sanat eseridir. Bu durumda aslında doğal - yapay eser ayrımının gerekliliğini tartışabiliriz. Eğer biz kendimizi soyutlayıp kendimizi eser içerisinde görebiliyorsak eserin kimyasından çok niteliği önem kazanır.
Metinde Worringer bu konuya tekrar değinir: 'Doğayı taklit etme içtepisi, insanın bu temelli ihtiyacı, asıl estetik alanın dışında kalır ve bu ihtiyacın giderilmesinin de, ilke bakımından sanatla hiç bir ilgisi yoktur.' İnsan sanat yapıtı oluştururken doğayı taklit etme eğilimindedir. Bir çalışmanın kavram oluşturma evresinde beynimiz hep gördüklerimize yönelir. Yönlenen algımızdan seçtiğimiz nesneleri soyutlayarak kendimizden bir şey ekleriz ve sanat yapıtını oluşturmaya çalışırız. Ancak bu durum insan için bir ihtiyaçtır. Yazar burada ihtiyaç olanın sanat değil 'soyutlama' hissi olduğunu ifade etmiş, bu yüzden sanattan bağımsız algılanması gerektiğini söylemiştir.
'İlkel taklit içtepisi, bütün çağlarda egemen olmuştur ve bu içtepinin tarihi, estetik bir önemi olmayan bir el ustalığı tarihidir.' Yukarıdaki görüşe destek olarak belirttiği bu ifadede bunun insanlığın ilkel dönemlerinde kazanıldığını söylüyor Woringer. Ki aslında bu bir içgüdü, çünkü insanlar her zaman kendine yakın olana ilerler, onu benimser. Eğer değilse de onu kendine yaklaştırmaya çalışır. Soyutlama ve özdeşleyim aslında burada devreye girer.
'Sanat yapıtının güzelliği dediğimiz değeri, genel olarak söylenirse, onun mutlu kılma değerleridir.' diyor, Worringer. Dediğim gibi insan genetiği gereği onu mutlu edecek, haz duyacak olgulara yönlenmeye programlıdır. İster doğa olsun ister sanat -burada Havva'nın elma ağacını beğenmesini, elmanın güzelliğinden etkilenerek onu koparıp yemesini, bundan haz almasını ya da bir sanat galerisinde eseri gülümseyerek inceleyen birini örnek gösterebiliriz- bu konuda aynı potadadırlar.
Metinde Worringer Lipps'ten bir alıntı yapıyor: ' Bir sanat yapıtının biçiminde, biz, kendi kendimizden haz duyarız. Estetik haz, bir objede kendi kendimizden duyduğumuz hazdır.' Eser üzerinde yaptığımız empati yorumlamasıyla kendimizi eserin içerisinde görürüz. Bu aslında insanın doğasının insan benliği ve egosu üzerine kurulu olduğunu kanıtlayan çok açıklayıcı bir cümle.
Worringer son 2 paragrafta anlatılan duruma özet olarak şöyle der: 'Sanatta aradıkları mutluluk imkanı, dış dünyanın nesnelerine kendini vermek, onlar aracılığıyla kendinden haz duymak değildir; (dipnot: aslında yukarıda bunu ifade eden cümleler kurarken öyle olmadığını belirtiyor) tersine, her nesneyi, keyfiliğinden ve görünüşteki tesadüfüliğinden kurtarma, onu soyut biçimlere yaklaştırarak ölümsüz kılma ve böylece görünüşler dünyasında sığınılacak bir huzur noktası bulmaktır.' Burada çok net bir biçimde 'Görme Biçimleri' ile kümülatif ilerleyen bilgilerden bahsedebiliriz. Bir ideayı soyutladığımız zaman imge haline getiririz. Artık önemli olan soyut formunda taşıdığı bilgiler ve hisler bütünüdür. Ve somut bir hacmi olmadığı için somut dünyada -yeryüzünde- belirli bir ömre sahip olmak zorunda değildir, soyut dünya yer - zaman boyutuna dahil olmadan imgeler dünyasıdır ve sanat bize bunu ileten bir aracı görevi görür televizyon gibi. Bu yüzden soyutlama ölümsüzdür, belki de insanlar bu yüzden kendilerinden bi şeyler bulduğunda -eserle empati yaptığında- ölümsüzlük kavramını bilinçaltında hissederek, somut dünyanın ağırlığını yok sayıyorlar ve mutlu oluyorlar.
Worringer 'insan somut dünyayla içli-dışlı olmaya başladıkça kendin soyut dünyaya götüren gücü kaybeder' diyor. Burada aslında çok uygun bir örnek verebiliriz. Küçük yaşlarda soyut düşünme becerimiz çok çok fazlayken, hayalgücümüz çok da yüksekken büyüdükçe daralmaya başlar, havası inen balon gibi. Hacmi esneyip genişliyor olsa da dış dünyanın somutluğu balonun üzerindeki basınç gibi havasını indiriyor ve insan soyutlama gücünden uzaklaşıyor. Ama bu kesinlikle somut dünyadan uzaklaşmalıyız anlamına gelmemeli. Balonun dışardaki basınca rağmen şişirilebildiğini hatırladığımız sürece bu asla bir sorun olamaz.
'Yalın çizgi ve onun salt geometrik kanunluluk halinde gelişmesi, görünüşlerin bellirsizliğinden ve karışıklığından huzursuzluk duyan insana en büyük mutluluk imkanı sağlar.' Bu cümleyi açarsak eğer, insan şu an bulunduğu durumu sorguladığı sürece soyutlama yoluna girer, kendi konumunun yetersizliğinin verdiği huzursuzluk insanı karışıklıklar karşısında empati yapmaya ve sorgulayarak o karışıklıktan salt olma durumu çıkarma, aslında soyutlamanın algı ve alt kişilik değişimi boyutunu gösterir bizlere.
Son olarak metinde geçen 'kendinden geçme' durumuna değinmek gerekir. Kelime anlamına girdiğimizde metinde kullanılan anlamla ne kadar çok bağdaştığını görüyoruz. Bir insan sanat eseri incelerken 'kendinden geçme' ifadesini kullanıyorsa bu kelimenin asıl anlamıyla öyle olduğu içindir. Süje kendinden geçerek kabuğunu-bedenini orada bırakarak kendine objede bir yer bulur. Artık kendi ben'inden kurtulmuştur, biçim kavramı devre dışı kalmıştır ve kendini somut dünyadan soyutlamıştır diyebiliriz.
Worringer yazısına doğal ve sanat estetik ayrımına değinerek başlıyor. Sanat yapıtının estetik değeri ve doğadaki nesnenin estetik değerinin karşılaştırılmasında ayrım yapılmamasını eleştiriyor ve iki kavramın eşdeğerli olduğunu düşünüyor. Teoride baktığımızda doğadaki herhangi bir doğal nesne ile sanat yapıtı aslında benzer özellikler barındırır. Dokunulacak, hissedilecek, estetik açıdan değerlendirilecek olgulardır ikisi de.
Peki bu durumda doğayı -doğalı- sanat eseri kılan şartlar neler? Worringer obje - süje kıyasından yolan çıkarak şartları oluşturanın aslında süje yani izleyici olduğunu düşünüyor. Onun açısından baktığımızda -ki mantıklı bir yön olduğuna inanıyorum- objeyi sanat eseri yapan durum estetik hazdır. Ve estetik hazzı oluşturan şey Worringer'in kelimeleriyle 'Obje'de duyduğum şey genel olarak hayattır. Estetik haz, bir objede kendimizden duyduğumuz hazdır.' Bunu genellersek eğer bir objede kendimizden bir şey görebiliyor ve o objenin dünyasında kendi ruhumuzu yaşatabiliyorsak, o obje bir sanat eseridir. Bu durumda aslında doğal - yapay eser ayrımının gerekliliğini tartışabiliriz. Eğer biz kendimizi soyutlayıp kendimizi eser içerisinde görebiliyorsak eserin kimyasından çok niteliği önem kazanır.
Metinde Worringer bu konuya tekrar değinir: 'Doğayı taklit etme içtepisi, insanın bu temelli ihtiyacı, asıl estetik alanın dışında kalır ve bu ihtiyacın giderilmesinin de, ilke bakımından sanatla hiç bir ilgisi yoktur.' İnsan sanat yapıtı oluştururken doğayı taklit etme eğilimindedir. Bir çalışmanın kavram oluşturma evresinde beynimiz hep gördüklerimize yönelir. Yönlenen algımızdan seçtiğimiz nesneleri soyutlayarak kendimizden bir şey ekleriz ve sanat yapıtını oluşturmaya çalışırız. Ancak bu durum insan için bir ihtiyaçtır. Yazar burada ihtiyaç olanın sanat değil 'soyutlama' hissi olduğunu ifade etmiş, bu yüzden sanattan bağımsız algılanması gerektiğini söylemiştir.
'İlkel taklit içtepisi, bütün çağlarda egemen olmuştur ve bu içtepinin tarihi, estetik bir önemi olmayan bir el ustalığı tarihidir.' Yukarıdaki görüşe destek olarak belirttiği bu ifadede bunun insanlığın ilkel dönemlerinde kazanıldığını söylüyor Woringer. Ki aslında bu bir içgüdü, çünkü insanlar her zaman kendine yakın olana ilerler, onu benimser. Eğer değilse de onu kendine yaklaştırmaya çalışır. Soyutlama ve özdeşleyim aslında burada devreye girer.
'Sanat yapıtının güzelliği dediğimiz değeri, genel olarak söylenirse, onun mutlu kılma değerleridir.' diyor, Worringer. Dediğim gibi insan genetiği gereği onu mutlu edecek, haz duyacak olgulara yönlenmeye programlıdır. İster doğa olsun ister sanat -burada Havva'nın elma ağacını beğenmesini, elmanın güzelliğinden etkilenerek onu koparıp yemesini, bundan haz almasını ya da bir sanat galerisinde eseri gülümseyerek inceleyen birini örnek gösterebiliriz- bu konuda aynı potadadırlar.
Metinde Worringer Lipps'ten bir alıntı yapıyor: ' Bir sanat yapıtının biçiminde, biz, kendi kendimizden haz duyarız. Estetik haz, bir objede kendi kendimizden duyduğumuz hazdır.' Eser üzerinde yaptığımız empati yorumlamasıyla kendimizi eserin içerisinde görürüz. Bu aslında insanın doğasının insan benliği ve egosu üzerine kurulu olduğunu kanıtlayan çok açıklayıcı bir cümle.
Worringer son 2 paragrafta anlatılan duruma özet olarak şöyle der: 'Sanatta aradıkları mutluluk imkanı, dış dünyanın nesnelerine kendini vermek, onlar aracılığıyla kendinden haz duymak değildir; (dipnot: aslında yukarıda bunu ifade eden cümleler kurarken öyle olmadığını belirtiyor) tersine, her nesneyi, keyfiliğinden ve görünüşteki tesadüfüliğinden kurtarma, onu soyut biçimlere yaklaştırarak ölümsüz kılma ve böylece görünüşler dünyasında sığınılacak bir huzur noktası bulmaktır.' Burada çok net bir biçimde 'Görme Biçimleri' ile kümülatif ilerleyen bilgilerden bahsedebiliriz. Bir ideayı soyutladığımız zaman imge haline getiririz. Artık önemli olan soyut formunda taşıdığı bilgiler ve hisler bütünüdür. Ve somut bir hacmi olmadığı için somut dünyada -yeryüzünde- belirli bir ömre sahip olmak zorunda değildir, soyut dünya yer - zaman boyutuna dahil olmadan imgeler dünyasıdır ve sanat bize bunu ileten bir aracı görevi görür televizyon gibi. Bu yüzden soyutlama ölümsüzdür, belki de insanlar bu yüzden kendilerinden bi şeyler bulduğunda -eserle empati yaptığında- ölümsüzlük kavramını bilinçaltında hissederek, somut dünyanın ağırlığını yok sayıyorlar ve mutlu oluyorlar.
Worringer 'insan somut dünyayla içli-dışlı olmaya başladıkça kendin soyut dünyaya götüren gücü kaybeder' diyor. Burada aslında çok uygun bir örnek verebiliriz. Küçük yaşlarda soyut düşünme becerimiz çok çok fazlayken, hayalgücümüz çok da yüksekken büyüdükçe daralmaya başlar, havası inen balon gibi. Hacmi esneyip genişliyor olsa da dış dünyanın somutluğu balonun üzerindeki basınç gibi havasını indiriyor ve insan soyutlama gücünden uzaklaşıyor. Ama bu kesinlikle somut dünyadan uzaklaşmalıyız anlamına gelmemeli. Balonun dışardaki basınca rağmen şişirilebildiğini hatırladığımız sürece bu asla bir sorun olamaz.
'Yalın çizgi ve onun salt geometrik kanunluluk halinde gelişmesi, görünüşlerin bellirsizliğinden ve karışıklığından huzursuzluk duyan insana en büyük mutluluk imkanı sağlar.' Bu cümleyi açarsak eğer, insan şu an bulunduğu durumu sorguladığı sürece soyutlama yoluna girer, kendi konumunun yetersizliğinin verdiği huzursuzluk insanı karışıklıklar karşısında empati yapmaya ve sorgulayarak o karışıklıktan salt olma durumu çıkarma, aslında soyutlamanın algı ve alt kişilik değişimi boyutunu gösterir bizlere.
Son olarak metinde geçen 'kendinden geçme' durumuna değinmek gerekir. Kelime anlamına girdiğimizde metinde kullanılan anlamla ne kadar çok bağdaştığını görüyoruz. Bir insan sanat eseri incelerken 'kendinden geçme' ifadesini kullanıyorsa bu kelimenin asıl anlamıyla öyle olduğu içindir. Süje kendinden geçerek kabuğunu-bedenini orada bırakarak kendine objede bir yer bulur. Artık kendi ben'inden kurtulmuştur, biçim kavramı devre dışı kalmıştır ve kendini somut dünyadan soyutlamıştır diyebiliriz.
Yorumlar
Yorum Gönder