YARATMA EYLEMİ NEDİR - GILLES DELEUZE ÜZERİNE


Deleuze konuşmasında, yaratma eyleminin konumlandırılabileceği tanımlardan, fikir kavramından ve farklı fikirlerin yarattığı zaman – mekandan bahsediyor.
Herkes kendi uğraşının yarattığı düşünme biçimi üzerinden birbirine hitap ediyor, diyerek konuşmasına başlıyor Deleuze. ‘Ve eğer, kendi yaratımlarıyla tanımlanan bütün bu farklı disiplinler ortak bir ufukta birleşiyorlarsa --kavram blokları, hareket-süre blokları, çizgi-renk blokları, işlev blokları icat eden bu disiplinlerin buluştukları bu sınıra, bu ufka mekân-zaman adını verebiliriz.’ Bu düşünme biçimleri ortak bir kümede kesişecektir. Deleuze bu kümeye mekan- zaman adını vermiştir. Burada mekan ve zaman kelimelerine bir bakmak gerekir. Aynı ortamda aynı zamanda bu düşünme biçimlerinin kesiştiği an’dan bahsettiğini düşünüyorum.
Sinemada mekan algısına değiniyor Deleuze. Aslında bahsettiği mekan kavramının, yönetmenin oluşturduğu sahne olsa da mimari açıdan bir soyutlamaya giderek, sinema bağlamında inceleyebiliriz. Mimarlar nasıl ki bir plan üzerinden 3. Boyuta çıkıp mekanlar oluşturuyorsa ve bu mekanları ayrı ayrı farklı köşelerde bile kurgulayan bir ilişkileri varsa, sinemada da mekana dair bir böyle bir ilişkiler yumağının oluşturduğu tanımdan bahsedebiliriz. Ancak Bresson, yazarında bahsettiği gibi bu planlamayı yapmadan yani mekanları önceden belirlemeden yaratan ilk sinemacıdır.
Deleuza göre yukarıda baktığımız zaman – mekana geri dönüyoruz. Deleuze  her yaratının sınırında zaman – mekan kavramının bulunduğunu söylemişti. Bresson’un yarattığı blokların bu zaman – mekan dışarısında yer aldğını belirtiyor Delezue. Yani nasıl ki yarattığı mekanlar birbirinden kopuksa, Bresson’un blokları da zaman mekan dışındaki ayrı bir koparılmış mekana aittir.
Belki de konuşmanın şu ana kadar ki en ilgi çekici cümlesini kuruyor Deleuze: ‘Evet, çok doğru, bir yaratıcı haz için çalışan biri değildir... Bir yaratıcı mutlaka ihtiyaç duyduğu şeyi yaratandır...’ Fikirlerin ve fikirler doğrultusundaki yaratma eylemlerinin zorunluluk olduğunu söylerken şu an bir yaratıcının (fikir yaratıcısı olsun, sanat yaratıcısı olsun) dayanak noktası muhakkak ihtiyaçtır, diyor. Yani katıldığım gibi, bir açlıktan ve bu açlığı giderme ihtiyacından doğar yaratma eylemi.
Deleuze, Kurosawa – Dostoyevski – Shakespare yakınlığından bahsediyor. Yakınlıktan kastım Shakespare ve Dostoyevski’nin yazılarının Kurosawa tarafından beyaz perdeye uyarlanmasından ziyade, uyarlama olmayan yapıtlarda da bu iki yazarın izlerine rastlanıyor olmasıdır. Bu olgu, üç yaratıcının da aynı zaman – mekanda buluştuğunu yani eserlerinde aynı dili konuştuğunu gösterir bize.
Deleuze fikir ve temaların karıştırılmaması gerektiğini söylüyor. Bir fikir kuşatan, kapsayıcı bir ayrıntıyken bir tema, o fikrin bulunduğu düzlemdir. Bu açıdan baktığımızda fikir ve temanın karıştırıldığı en iyi örneğin Minelli ve bahsettiği rüyalar olduğunu söylüyor.
‘Straub'ların eserleri ses ile görüntü, söylenen ile gösterilen arasındaki bir kopuş fikrine dayanır... Ses ile bakışın birbirinden koparılması...’ Deleuze ses ve görüntünün kesiştiği zaman – mekanda Straub’ların bulunmadığını ayrı bir dil oluştururak birbirinden kopardığını söylüyor. Bu da aslında başka dilde bir zaman – mekan oluşturmuş oluyor.
‘Hayır, sanat bir iletişim değil, enformasyon-karşı enformasyon filan değildir. Bir tanım gibi davranamayacağım bir fikir ileri süreyim yine de: Sanat, ölüme karşı dirençtir...’ Sanatın tanımı üzerine eğilen Deleuze, sanatı bir kavrama ait etmek istiyor. Ancak sanat, sanattır. Belirli bir tanıma, kalıba ihtiyaç duymadan yaratılır. Bir bilgi vermesi, bir görüşü savunması, ya da insanlara ne yapması gerektiğini söylemez, söylemek zorunda da değildir. Sanatın ölüme karşı bir direnç olduğunu söylerken de sanatın daimi olduğunu, zaman içerisinde var olduğunu ve her zaman da var olacağını belirtiyor bize.

‘Bu yeni iktidar tarzına denetim toplumları diyebiliriz sanıyorum... Otoyollarda özgürce dolaşmaya bırakılırken kim söyleyebilir aslında denetlenmiyor olduğumuzu...’ Deleuze sanata farklı bir yönden, toplumsal yönden, bakıyor. Sanatın direnci sadece ölüme karşı değil aynı zamanda da içerisinde yer aldığı topluma da yöneliktir. Sanatın, birey gibi denetlendiği toplumda, toplum o sanatı bekler. Klee’nin de dediği gibi henüz eksik olan bir toplumdur bu. O zaman – mekanda sanatla kesişmeyi beklemektedir.

Yorumlar

Popüler Yayınlar